Şöyle biraz gerilere gitsek, zaman tüneline girsek.
Hani fırtınalı bir günde, yağışlı bir havada ya da üretimin yetersiz kaldığı bir anda gece gündüz fark etmez gidiverirdi elektrik. Gece ise ani bir kararma ufak bir sersemlemeyle beraber ne olduğunu anlayana kadar bir an çaresizlik içinde kalırdık. Gündüz ise duran buzdolabına, görüntüsü giden televizyona ya da sesi kesilen radyoya bir an için istemsizce göz atardık.
Gece ise el yordamıyla önce bir kibrit ya da bir çakmak; sonra ise bir mum ama her evin vazgeçilmezlerinden bir gaz lambası arardık. İlkokul yıllarından hatırlıyorum da; özellikle kış günlerinde yemeği yer verilen ödevleri yapmak için tam otururdum. Haydeee, elektrikler yine gitti! Hemen el yordamıyla bir kibrit kutusu bulunur, gaz lambamız dolaptan masaya terfi ederdi. Buram buram gaz yağı kokan fitili çıkarılır, kibrit ile tutuşturulurdu. Tabii gaz lambasının şişesini yerine yerleştirmeden net bir ışık almak imkansızdır. Eh, onu da yerine yerleştirdikten sonra başlardık ödevleri yapmaya. Ama bir ampülünün yaydığı ışık kadar her yeri aydınlatamazdı. Okumaya kalkardınız; sayfa yaprakları saman kağıdından sarı, yutardı harfleri ya da aydınlatamazdı kitabın her köşesini, zor bela okurdunuz. Yazmaya kalkardınız; kalemin izi denk gelir parlardı. En çok da aklınızda, gaz yağının yanmasıyla oluşan o isin kokusu beyniniz de yer ederdi. O yağlı genzi yakan kesik kokusu. Kesik koku arttıkça anlardınız ki; fitil biraz ucundan kesilmek istiyor. Zira yanan artık gaz yağı değil fitilidir. Yoksa lambanın suçu yoktur, aydınlatır sadece.
Kaçımızın artık evinde gaz lambası var, ya da gaz lambası görmüşlüğümüz var mı? Artık ya pil ile çalışan fenerler ya da şarjlı ışıldaklarımız var. Çin malı.
Gaz lambaları emekli oldu artık. Geçmişte kalan herşey gibi yaşandı bitti…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder