Hâlbuki ne de güzel başlamıştı gün. Kasabadan yarım saatlik bir yürüyüşle gelmişti Ege Denizi’nin yeşil-mavi sularını gören bu tepeye. Patika boyunca orman sık değildi. Asırlık çam ağaçları eşlik etmişti O’na. Bir yanında deniz, bir yanında orman; havada bahar kokusu. Hava ne sıcak ne soğuktu; Ege’de tipik bir Mayıs günüydü. Denizden esen hafif ılık rüzgâr terini alıp götürüyor, hoş bir serinlik bırakıyordu vücudunda.
İlk defa gelmiyordu bu bölgeye her yıl kamp yapmaya gelir, en az iki gün kalırdı. Öğle vakti çadırını kurmuş, hafif atıştırmıştı. Çevreye kısa gezintiler yapmış; bol bol doğa, çiçek ve böcek resimleri çekmişti. Kadrajına güzel kareler de düşmüştü. Bunları yazacağı “Doğada Yalnızlık” adlı eserinde kullanabilirdi. Fotoğraf çekiminden sonra gölge bir ağaç altı bulup uzanmıştı çimenlerin üzerine. Doğayı dinlemiş; şakıyan kuşları, yakında akan derenin sesini hissetmişti ruhunda. Birkaç defa da arı vızıldayıp durmuştu kulağında, oralı olmamış tüm bedenini teslim etmişti doğaya.